26 Ocak 2011 Çarşamba





















YAKIN MESAFELER...

Bir sanineyede kaç milyon şey geçebilir bir kadının zihninden,yaşadıklarına dair. Ve o kadın aynı anda başka kaç kadın olabilir,kaç kadının yaşadığını tek bir zihne sığdırabilir ?

Zamanları aşıp,kendi ruhuna hapsolmak… bir bütüne bulaşmadan kendinden kurtulmak… yok mümkün değil…

Simdi o farklı bedenlere giriyorum,kendi ruhumun yıpranmışlıklarını unutmaya çalışarak ve fakat ruhların aynı acıyı çektiğini farkederek. Kapadım gözlerimi,artık dokunmaya korktuğum ‘o’ yerlere yaklaşıyorum…

Küçücük bedenim,daha kadın olduğunun farkında bile değil,sokak zararsız ama korkutuyor,neden korkuyorum, bilmiyorum. evde babam ,mahallede oynadığım erkekler,televizyonda seyrettiğim erkekler ,dolmuş şöförleri hepsi birbirine benziyor,neleri benziyor,bilmiyorum…bir gün arkadaşlarımdan biri,daracık bir kapı arkasında öpüveriyor ; utanıp kaçıyorum,yüzümde bir tebessüm ; beni seviyor… Apartmanda,annemlerin aşağı inmesini bekliyorum,bina sadece sarı bir ışıkla aydınlanıyor,asansör kapısının önündeyim,merdivenin dibine yakınca…Sokak kapısı aralanıyor,tanıdık bir yüz…Yaklaşıyor,korkmuyorum…Sahi ne kadar yaklaşırsa korkmalıyım,niye kimse öğretmedi bunu bana…Eteğim açılınca hızlıca dizime vurup,bacağımı örten annem nerde? Eteğim sıyrıldı,kork..uyorum…Bu el yabancı,istemiyorum yakınımda…Kaçıp gidiyorum,artık apartmanı da bacaklarımı da sevmiyorum…

Günlerden cumartesi, istiklalde yürüyorum,zılgıtların yükseldiği bir kalabalık var. dönüp bakıyorum beyaz tülbentli anneler ağlıyor,oğlum yavrum gitti, seslerini duyuyorum.Kaybolan,yitip giden çocukların ardından akan gözyaşlarına ben de karışıyorum…Annelik zor,o gün nerde öldüğünü bile bilmediği evlatlarının ardından feryat eden annelere bakarken anlıyorum ;bu ülkeyi de anne olmayı da istemiyorum.Annelik derin,o derinlikte kayboluyorum.

Tarihin gerçek cenneti denen mezopotamyanın cennet parçasını andıran köylerinden bir tanesindeyim şimdi, o cenneti unutmuşa benziyor herkes…Gecenin bir yarısı ama gökyüzü kan kırmızıyla aydınlanmış,korkunç bir gürültü var dışarda bomba sesleriyle beslenen,bir de ; size boşaltın demiştik, diye yükselen naralar… Bir şey yapmamıştık halbuki çocukluk arkadaşım gelmişti,sıcak bir çorbaydı verdiğim,soğuktan çatlamış elleriyle kaşığı bile tutamamıştı, ben içirmiştim,bu temiz kalpli kadın kime zarar verebilirdi ki ; koskoca devlet köyü talan etti 3 kaşık çorba için…Çatışma gecesi kan yerde kan gökteydi,ertesi gün çocukluk arkadaşımın cansız bedeni herkesin kanayan gözlerindeydi…Ne çorbayı sevebildim ne de arkadaşımı öldüren devleti…

Bir zamanlar bana bakarken gözleri parıldayan ‘o’ erkekle soğuk bir mahkeme salonundayım şimdi…Yüzüm bana yabancı,kendimi tanımıyorum artık,aynaya bakarken.Yıllar öncesindeki halime dönmeye çalışıyorum,yok çok uzak, hatırlamıyorum.Ne zaman ellerimi sıkıca kavrayan o erkek , kolumu kırmaya başlamıştı ? Yüzümün bembeyaz rengi nasıl olmuştu da morluklarla yamalanmıştı ? Kapı kolları neden morluklarımın yalanı olmuştu ? Hangi ara iyi bir anne olmak için kadın olmaktan vazgeçmiştim ? Dünyaya dair idealler nasıl olmuştu da o adamın tecavüzlerine yenik düşmüştü ? Alanlarda bu düzen değişecek diye haykıran nefesim ne zaman ‘nolur vurma’ diye yalvarmaya başladı ? Başladığım noktadan uzaklaştığımı sanarken kendimden uzaklaştığımı görmezden gelmişim..En son hakimin boşanmalarına karar verilmiştir cümlesine karışan,karımı seviyorum cümlelerini hatırlıyorum.vücudumda şekil almış izler ruhumu çoktan tüketmiş, iç sesimi kaybettiğimi farkettiğimde ; evlilikleri bir kağıda yazdım,suya koydum yazdıklarımı,yaşadıklarımı su dağıtıyor,ben içi yanlış doldurulmuş,kirletilmiş o aşktan uzaklaştıkça yazılar kayboluyor,sayfa temizleniyor…

Içlerine girdiğim kadınların acılarına dayanamadığım bir anda aniden bugüne dönüyorum.Hepsinin acısını hücrelerimde hissediyorum…Kürtajı yapılmış bir bebek gibiyim,ölü ama diri…Daha küçücükken sevgisi karanlık bir apartman boşluğunda kirletilmiş bir kız çocuğuyum,oğlunun ölüsünün peşinden koşan,düzene yenilmeyen bir barış annesiyim,gerilla dostunu katleden,çocukluk arkadaşıyla oynadığı oyunlara kan bulaştıran,yaşadığı köyü cehenneme çeviren sisteme hakkını helal etmeyen,şimdi büyük şehirlerde içinde sönmez bir ateşle yaşayan genç bir kadın yüreğiyim, dünyayı değiştirme idealini bir eş,bir çocuk ve küçük bir evle geçekleştireceğine inanıp,kendini tanıyamaz hale gelen kadının aynada gördüğü ama tanıyamadığı o eski ışıltıyım…

Kadın değilim,halbuki kadınım…Hangisiyim,kadın olmamı dayatan toplum,rengimi alırken nasıl kadın olabilirim ya da bu kadar derinken kadınlık acılarım ; kadın değilim derken,utanmaz mıyım bütün kadın hallerimden ?! Artık bu kadar yük varken ruhumda ve bedenimde nasıl olur da ‘olmaz’ demeden yaşarım,bana hikayesini veren bütün kadınlara arkamı dönersem,benden geriye ne kalır,kadın olamamaktan başka…

Ruşen

Siyasetin ve Siyasetçinin Psikolojik Şiddeti

Ataerkil toplumun anaerkilliğe üstünlük sağlamaya başlamasından bu yana,kadınlar geri plana atılmaya başlanır.Zamanla değişen üretim ilişkileriyle bu durum 2.sınıf insan olmaya kadar gider ve kadına karşı her anlamda şiddet başlar.Evde ‘ekmek getiren’ koca ve baba,dışarda gelişen üretim ilişkileriyle vahşi kapitalizm ve patronları,rant hesanı yapan siyasetçiler ve kirli savaşlar.Hatta bazen şiddet , hiç beklenmeyen bir yerden , hemcinsten bile gelebilir.Fizikel olmasa da , Pakize Suda gibi gazete köşelerine kurulan kadınlar ‘kadın kadının kurdudur’ makalelerinde bangır bangır kadınların tek derdinin bir baka kadın olduğunu söyleyebilir,örneğin…

Sınırları bu kadar dar değil elbette şiddetin.Bir de psikolojik boyutu var durumun. Özellikle bölge kadınlarını hedef alan konuşmalarıyla düzen partisi siyasetçileri,seçim arenalarında gündem doldururken çoğu zaman birbirlerini tekrar edip aynı yöntemi kullanıyorlar.Örneğin; bundan 72 sene önce Dersim’de katliam CHP bugün hala aynı zihniyeti koruyor; 30 yıllık savaşın barışla bitmesine dair ‘analar ağlamasın’ çığlıklarına ‘Dersim’de analar ağlamadı mı?’ yanıtını vererek savaşı övüyor,kadınların ağlamasını kendince meşru kılıyor.Diğer taraftan AKP bir yandan kendince Kürtler için açılımlar yaparken öte yandan ‘kadın,çocuk ayırt etmeksizin’ tehditleri savuruyor.Sıcak savaşın ortasında kalan kadınlar aynı zamanda soğuk savaşın içine çekilerek primlere destek olarak kullanılıyor.Yani fiziksel şiddet tehditini yaparlarken farkında olarak ya da olmayarak psikolojik şiddetle çıkıyorlar kadınların karşısına.

Bebeklikten yeni çıkmış çocuğu taş attığı için ‘terörist’diye alınan ve aylarca parmaklıklar ardında kalan anne için farklı bir şey söylemek yanlış olur ya da 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen,arazide bulduğu bombayla oynarken patlama sonucu ellerini kaybden,koyun otlatırken yanlışlıkla vurulan çocukların anneleri… onlar da aynı şeylerle korkutuluyor,aynı şiddetle ortaklaştırılıyorlar.

Tam da bunu için şair-yazar Sennur Sezer’in de vurguladığı gibi ‘kadınlar yazmak zorundadır’ .Çünkü onlar yazmazsa trih eksik kalır.Değişerek ve değiştirerek,meydan okuyarak,seslerini çıkararak yazmak zoundadır.Çocuklar için,gelecek için , kendileri için.

GülŞaH..

‘’ Öldürene indirim var!
Anasını öldürene
Bacısını öldürene
Karısını öldürene
Sevdiğini öldürene
Kızını öldürene
İndirim var! İndirim var!
Öldürene indirim var!
Utanmadan, kızarmadan,
Sözden, közden, en ufak tozdan
Tahrik oluyorsunuz.
Utanmadan, kızarmadan,
Silahla, bıçakla, döverek, söverek
Katil oluyorsunuz.
İndirim var! İndirim var!
Öldürene indirim var!’’

ÇIĞLIK
Gök yırtılsın, siyah dumanlar kaplasın yeryüzünün dört bir yanını duymamak için her yanı saran çığlıkları...
Küçücük bedenini beyaz tüle sarmışlar... Çığlık!.. Daha ne olduğunu anlamayamamışken kucağındaki bebeğin sesiyle irkilir… Çığlık!

Vücudunda gezinen tanıdık bildik eller… Hançere dönüşüyor bedenini parçalayan… Çığlık!

Ilık rüzgarda özgürlüğe savururken saçlarını onlarca tanımadığı el koparırcasına tutuyor saçlarından… Çığlık!

Dilinde zincir yaraları, ayaklarında pranga izleri, gözlerinde mühürden gölgeler, düşünceleri çelik parmaklıklar ardına kapatılıyor….

Çığlık!.. Çığlık!.. sessiz çığlıklar kümeleniyor gökyüzünün dört bir yanında…

Toprağın dilini biliyor, okşuyor onu, besliyor… Kültür oluyor, dil oluyor, tarih oluyor… zaman… unutturuluyor bildikleri, hapsediliyor ruhunun derinliklerine…

Hatırlayacak, hatırlıyor…

Tarih olacak, toplum olacak, aşk olacak, özgürlük olacak, bilinç olacak unutturulan her şey…

Çığlık, çığlık olacak tarihin derinliklerine, insanlığın kalbine…

Tiamat’ın gözyaşı eşecek yeryüzünün kadim topraklarını Dicle olup akacak özgür kadına ana olmuş topraklara… şemse’nin çığlığı olacak göğü yırtıp güzellikleri boşaltacak yeryüzüne… güldünya’nın toplumu olacak özgürlüğü yaşayan, yaşatan…

Gerillanın yeşil elbisesi olacak yemyeşil ovalara özgürlüğü müjdeleyen…

Ve hatırlayacaklar tarihin hangi mistik mekanında neleri unutturulduklarını… çığlıkları güç olacak, inanç olacak, özgürlük olacak yarınlara…

ARZU

ZAMANA AYKIRI KADINLAR!

Bitkinin narin çekirdeğine tecavüz edecek her türlü ayrık otudur artık törelerin ve kanıların ardına saklanmayan cesur kadına;şiddet! Oysa poposuna yediği ilk yaşam şamarıyla başlamamış mıdır kadının bengi-çilesi? Sahi aldığı ilk oksijenin yakıcılığıyla çektiği feryattaydı kadının çiftisyanı:...insanım...kadınım...

Zaman,kadının erkekten ziyade kadının hâkir gördüğü zaman,zaman kadının kadına taşkın sessizliğinin girdabı! Annenin oğlunu gelinine karşı kışkırtıp ya da kadının kocasını kızına karşı dolduruşa getirdiği öfkededir kadının hemcinsine uyguladığı şiddetin paradigması! Görücü usûlü evlenen,törelerin ağırlığındaki,aileiçi şiddetteki yalnız ve çaresiz kadına toplumsal yani kültürel anlamdaki şiddettir cabası olan!

Ve genç kadının ayakta kalabilmek için sığındığı, fon müziğinde yasaklı melodiler olan dünyası...

Kadın olmak...Bazen kardeş ve akrabalarının ölüm tehditleri yüzünden çok sevdiği Diyarbakır'a gelememiş dengbej divanının efsanevi kadın seslerinden bir AYŞE ŞAN, bazense artık babasının gözünde bir fahişe olup sahnedeki ilk gösterisi için:''Hayatımda mesut olduğum ilk gece...Beni; acıyarak değil, düşünerek,severek,kucaklayarak hatırlayın!'' diyen tiyatro aşkının bedelini hayatıyla ödeyen AFİFE JALE,kimi zamanda filozof ve bilim kadınları listesinin ilgi çekici HYPTIA'sı olarak karşımıza çıksada kadın!

Zaman ,Meryem'in gözlerinden süzülen yaşların zamanı...

Namus, kadının rahmine emanet edilen bir tür gibi algılanırken artık kadın yoğun çoğunluğa savunmasını başlatmıştı! İşte bunun bir bedeli vardı ve ilkler yol boyu bu bedeli ödediler,ödeyecekler...Onlar bu kısırdöngüye son veren kumsaatinin yeni taneleri...

İlk ateş olmak!

İlk türküyü söylemek!

İlk aşkı,direnişi başlatmak ve kadın olmak!

Şimdi zaman;ZAMANA AYKIRI KADINLAR'ın zamanı!

Aslı

Başlarken...

Zamanın değil yaşananların esas olduğu günümüz dünyasında şiddet algısı nasıl oldu da değişti…Kadının kadına bakışı ne zaman bu denli erilleştirildi.Sokakta yaşadığımız tacizler ,üstü kapatılan tecavüzler ne zamandandır kadın suretli erillerden gelmeye başladı. Eril sistemin kurbanı kadınlar varolmak için eril güç göstermek zorunda mı kaldılar,sahi kimdi asıl suçlu ?

Bir iki cümle kurmak için kadın olmak yeterliydi,çünkü bedenimizdeki eli ruhumuzun derinliklerinde hissetmek çok daha derin bir acı veriyordu.Kız çocuklarımızı sevemez olmuştuk,ayıptı velhasıl…Kendimize bakamaz olmuştuk…anneydik velhasıl…

Dayaktan moraran ağız yüzün tek sebebi bizdik…Kadındık ‘dırdır’ tabiatımızdandı velhasıl..Vahşice yükselip surata inen yumruğun,kapı çarpması yalanı da merhatimizdendi,sahi ne de severdik dünyaya beslediği kini bizde söndüren abimizi, babamızı, kocamızı…

Dünya erkek dünyası… En çabuk onlar düşünür,en doğru kararı onlar verirdi, bütün birikimler onlar ev derse eve, araba derse arabaya giderdi…iki araba mı ?! işin olduğunda ara beni ben seni gideceğin yere bırakırım…ne kadar da anlayışlıydı hayat arkadaşlarımız (!)

İyi bir eş olmak,iyi bir anne olmak,ahlaklı bir kadın olmak,çok açık giyinmemek, taytla sokağa çıkmamak,spora vakit ayıramamak ama asla formunu kaybetmemek, iyi sevişmek ve sevgili hayat arkadaşın ne zaman isterse sevişmeye hazır olmak,kültürlü olmak,kendini taşımak,çok konuşmamak, kahkaha atmamak ,veli toplantılarına gitmek,tek maaşla geçinemiyoruz sen de çalışabilirsin iznine karşılık asla gece mesaiye kalmamak… Vay be ne kadar da çok şeydik biz…

Ailelerimizle yaşayan kadınlarken ;kendimize kadın dememiz yasaklandı,eldeğmemiş kızlardık...meslek sahibi olduk,sevgili bulmamız yasaktı ;ancak gülümüz solmadan bir koca bulmamız şarttı…bu böyle gitmez dedik,çarptık kapıyı çıktık baba evinden…Dert bitmez ki artık bir evimiz vardı ve sevgili komşularımız,eve geliş saatimiz şaşardı onların bizi pencerede bekleme saatleri asla…Evliliği reddettiniz.iki sevgili arasındaki en büyük bağ sevgidir dediniz, ‘evlenilecek kadın’ statüsünü sonsuza dek kaybettiniz…Çünkü erkekler metreslerine aşık olur,eşlerineyse saygı duyarlardı sahi en çok hangisi olmak istedik…

Geçmek zorunda olduğumuz sokaklar aydınlatılmamıştı,geçtik ; nefesi alkol kokan erkeklerin kurbanı olduk…Adalet diye bir şey var dedik ; dar kotlar bizim suç aletimiz sayıldı,evet bizdik suçlu,kadın olmak suçlu olmak demekti…

Yıllarca annelerimizle,kaynanalarımızla, kadın arkadaşlarımızla kadın olmaya dair konuştuk, biz erkeğin ötekisi değiliz biz başlı başına KADINIZ dedik,baban ne der, mahalleli ne der ,o ne der, bu ne der cevaplarıyla karşılaştık…Susmanın kadınlıktan geldiğini sandık, köylerimiz evlerimiz boşaltıldı sustuk,dayak yedik sustuk,aldatıldık sustuk, otobüste oramız buramız çimdiklendi sustuk,işimiz bir erkeğe verildi sustuk…çünkü biz hep eksik hep suçluyduk…Erkeklik şiddeti elinde tutuyordu ve hesabına geldikçe ruhumuzu,bedenimizi sömüryordu…Şiddet artık dillere pelesenk ,uykulara karabasandı…Devletse asıl suçluydu,mutsuzlaştırdığı erkekleri şiddetin iktidar olduğu kalelerine muhafız yaptı.

Tam da bu noktada teorik yazıları bir kenara bırakıp bizzat yaşadıklarımızı ve kendi yaşamımızı nasıl algıladığımızı yazdık bu fanzinde...Şiddetin nasıl da hayatımızı ele geçirdiğini beraber görelim diye…

Inanıyoruz, kurtuluş kadın mücadelesinde… Son nefesimizi vericeye kadar ; Jin Jîyan Azadî…

RUŞEN..




10 Ocak 2011 Pazartesi

KADIN DİVANI-2



Kadın Divanı'nın 'Şiddet' temalı yeni sayısı artık her yerde...